8 Kasım 2013 Cuma

Eu sou...Vivienne?


Portekizce, Vivienne.

Sen nerelisin, hangi dili konuşuyorsun, hiç düşünmedim. Aslında senin bir dilin var mı onu da bilmiyorum. Olric gibisin benim için. Ya da Ahmet Abi'si Cansever'in. Pia'sı mı yoksa kaptanın? Bilmiyorum. Seslendiğim bir duraktan öte değilsin işte. Neden "Vivienne" olduğunu söylemiştim öncesinde, aslında başka şeyler de olabilirdi elbet ama konumuz bu olmasa gerek.
Gerçi... Bir konumuz mu var, bir konumuz var mı, bilemiyorum. Yine de yazmak, güzel. Cümlelerimi daha cimri kullanıyorum uzun zamandır. İnsanlarla konuşurken yani. Tasarruf ediyor gibi, kumbarada bozuk para biriktiriyor gibi belki. Çok da somut bir nedeni olmasa gerek bunun. Ama kullanmamız için onca kelime varken susmak, küçükken verilen on tane şekerden birini almak gibi bir şey. Aslında o şekerlerin hepsi seninken, bir tanesini alıyorsun işte. Susmak da böyle, sanırım. Yani, yine anlatamıyorum galiba. Yazmasam mı Vivienne? Kim bilir, belki bir yerlerde birileri "deli saçması" diyordur kelimelerime. Desinler. Diyebilirler. 
Aslına bakılırsa, demek istediğim çok fazla şey var. Üstüne konuşulacak çok şey var. Ama bir şeyler demek için yeterliliğe sahip olup olmadığımı bilmiyorum. Yine de, insan bir yerden başlamalı, gelişmeye.
Yeryüzünde ne çok duygu var, Vivienne ve biz bazen nasıl da duygu girdaplarına kaptırıyoruz benliğimizi. Bazen bakıyorum da, dünya duygularla yaşanacak bir yer değil ama hayat; duyguların esaretinde ne kadar mutlu olabileceğinin bir ölçüsü sanki. Duygularla yaşanacak yer değil dedim çünkü yıpranıyorsun. Çünkü kırılıyorsun, dökülüyorsun, parçalarını toplamak zorunda kalıyorsun. Ki, yanlış anlama Vivienne, kırılıp dökülmek, hüzünlü bir ayrılıktan, bir terk edilişten, yalnızca bir sevdadan ibaret olmak zorunda değildir her zaman. Hayatın kendisi zaten bir hortum gibi, insanı alıp sürüklüyor. İnsan, terk etmek zorunda bırakılıyor bu hortum tarafından. Kuşlara özendiğimi anlatmıştım ya, kuşlar göç edebilirler diye. Göç etmek, ayrı bir şey arkadaşım, geriye döneceğine dair bir umudun olur. Çünkü göç ederken, izlediğin yolda işaretler bırakırsın, geri dönüşte yolunu kolayca bulabilmek için. Ama hırçın bir hortumda savruluyorsan, geride ne umudun kalır, ne bir iz, ne bir geri dönüş. İşte insan bu yüzden hüzünlü bana kalırsa. İnsan bir şeyleri terk etmek zorunda kalmıyor mu sence de? Ah, hayır hayır gerçekten bir sevgiliyi terk etmekten bahsetmiyorum. Terk etmek, bir başkasını terk etmek demek değil. Terk etmek, bulunduğun şehirden kaçıp gitmek de olamaz. Terk etmek, olsa olsa zihinde olur Vivienne. Einstein'in beynini kaç parçaya ayırmışlardı incelemek için? Bence insanoğlu şu canlılığın sırlarını çözerken keşke bilimsel gerçeklikler dışında da bir şeylere ulaşabilse. Beyin, üretebildiği kadar da acı çeker çünkü düşünür. Düşününce şimdi, sahi kim bilir ne otobanlar vardır beynimizde! Kaç terk etmeye sahne olmuştur dersin? Bak Vivienne, benim bahsettiklerim ne idealar dünyası, ne fenomen, ne öz; ne felsefik cümleler kurmak için bir arzu besliyorum ne de bu cümleleri bir araya getirip bir şeyler kurgulamak gibi bir kaygım var. Sadece, yazıyorum. Neyse, konumuz bu da değildi. Terk etmek üzerine bir şey diyordum galiba. Soyut olanlarından bahsediyorum. Zihinde olanlardan. En basitinden sigara, Vivienne. Sen sigarayı çok seviyorsan o paketi çöpe atman onu terk ettiğini göstermez. Zihninden atman gerekir. İşte böyle, bu yüzden bir hortum gibi, geri dönüşü yok, olmamalı, zaten geride bıraktığı tek şey de toz bulutu. Kalanları yıkıntılar, döküntüler. 

Mecbur muyuz Vivienne, sevmediğimiz şeyleri zihnimizde terk etsek ve geriye bir tek toz bulutu kalsa, olmaz mı? 
Belki de, boşvermeli. Nasılsa yarın sabah yine aynı saatte uyanıp, aynı kahvaltıyı edip, aynı yerlere gideceğiz. 

Biz ne somut terk etmekten anlarız, ne de somut göç etmekten. Biz insanoğlu Vivienne.. Boşver.

Como vai voce?


19.06

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder