28 Ekim 2016 Cuma

Merhaba.

Hayatım boyunca yazdığım her şeyin ilk sözcüğü. Buna da merhaba.

Yazmak istiyorum, yeniden, aylar sonra, belki yıllar.

Umarım. Yazarım.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Bir Nefes


"Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!"

Kat kat bulutların ardına gizlenmiş bir dolunay var gökyüzünde. Bilirsin, dolunay varsa uyuyamam ben. Uyumak hakaret olmaz mı o güzelliğe? Ne güzellikler var şu dünyada. Biliyor musun, 24 saat boyunca hiç uyumadığımda anladım, ne kadar uzunmuş bir gün, ne kadar çok şey varmış yapılabilecek ve ne kadar güzelmiş bir şehrin sokakları sabaha karşı. Biliyor musun, martılar sahiplenirmiş şehri, insanlar uyanmamışken. Haklılar! Onların da doğasını bozmadık mı işte! Böyle midir hep? Yıkıcı olmak daha mı kolay yapıcı olmaktan? Sana ait olmayanı sevip korumak yerine, mahvetmek mi insancıl olanı? İnsan-cıl... İnsana ait olan mı yani, insan davranışına uygun olan? Bulutların arkasında kaldı güzelim dolunay. Neyse ki onunla aramızda çok mesafe var. Yoksa düşünsene, yeryüzündeyken yıldız satın alan insanoğlunun, uçakla kısa bir mesafeymişçesine atlayıp oraya gidebildğini... Bir şeyler niye bu kadaar garip sevgili arkadaşım? Ah, tabii ki Ay'a ulaşmaktan söz etmiyordum. Ne diyordum sahi? Gerçi bilirsin sen benim huyumu, ne anlattığımı bilmeden yazarım ya ben. Özgürce değil mi sence de? Bu gece de insanoğlu için üzülüyorum arkadaşım. Ne büyük bir kafese hapsetmiş kendini ama ne özgür sanıyor ruhunu! Kalabalık yüzünden kafesin parmaklıklarını göremediği için kendini özgür sanmak, işte buna hüzünlenilir şimdi! 

El değmemiş şeylerin güzelliği nereden gelir? Gizemden mi yoksa "ben ulaşamadım ama başkası da ulaşamadı" bencilliğinden mi? Gerçi Armstrong bizim için, insanlık için büyük bir adım atmıştı ama olsun. Daldan dala atlıyorum yine her zamanki gibi, kusuruma bakma. Bir şey sorayım sana arkadaşım. Yolda yürürken insanların yüzlerine bakıp onları inceledin mi hiç? Ben hep yaparım da. Boşuna dememiş şair, "Her yüz bir memlekettir" diye. Bir insanın düşüncelerinin yüzüne vurduğunu fark etmek ve onları anlayabilmek çok garip bir şey. Ne yazık ki asık çehrelerin ifadesi hep aynı donuklukta takılı kalmış son zamanlarda, o halde buna da hüzünlenelim şimdi. İnsanlar sence de çok çabuk yenik düşmüyorlar mı hayata? Yenilgiyi kabul ederek başlayan oyun kazanılır mı hiç? Niye yenilgi kabullenilir en başta? Bak bu kadar konuşurken kaçırmışım ayın bulutlar arasından kaçışını. Böyle olmalı işte bence insanoğlu.  Yakmalı içindeki ışığı! Bulutlar gelip geçer öyle değil mi? Mevsimler bile geçiyorken, zaman; hatıraya ihanete devam edip akıyorken, hangi bulut önünde daima durmaya and içebilir ki? 

Vivienne, sevgili arkadaşım, senin en çok adını sevdim biliyorsun. Bir insanı adıyla sevmek mühim bir iş midir sence? Ondan tam emin olamadım ama bir insanı sevmek mühim bir iş sanıyorum. Aah, doğrusu bundan da emin değilim şimdi. Emin olduğum bir şey varsa o da sevmenin mühim bir iş olduğudur. Sevmekten korkan canım insanoğlu! Sevmedikçe kapana kısıldığını fark edemeyecek kadar aciz. Her gün aynı donuk ifadeyle çayın bile o güzel tadını alamayacak işkenceler ediyor kendine, etrafına -ve başta söylediğimi unutmamalı- martılara!

Yollar gitmek, mevsimler geçmek, kilometreler yenilmemek için vardır Vivienne.
Bulutlar gelir, bulutlar gider. Ne Ay kaybeder güzelliğini, ne onu izleyen vazgeçer güzelliğini seyretmekten.

31 Aralık 2013 Salı

Dudaklara gülüş, gözlere pırıltı.

Yeni yıl... Herkes için farklı bir düşünceyi temsil ediyor. İnsanlar 24 saat sonra çok farklı şeyler olacağına inanmıyorlardır umarım, ama yine de umuttur, insanın yarına güzel bakmasını sağlayan.

Kimi sağlık ister önce, kimi para, kimi, aşk, huzur, mutluluk... Bu liste çok uzar. Herkesin istekleri farklıdır. Ama nedense yeni yıldan isterler bunu, yarından istemezler. Belki de bu yalancılığa çok fazla inandıkları için. Yine de inanmak istediklerine inanmak insana kendini iyi hissetiriyor olsa gerek. Belki de sırf bu yüzden yeni yılın getireceklerinin bir önceki yıldan iyi olacağına inanırlar. 

Umarım da öyle olur. Her yılı planlamadığımız gibi yaşarız. Her mevsimi, her haftayı, her anı. Bayağı uzun zamandır -belki de alışkanlıktan olsa gerek- acaba bugün neler olacak? diye başlarım güne. Acaba bu hafta ne olacak, acaba bu ay neler getirecek, acaba gelecek?... Bu yıla da şöyle girmiştim;
"Geçen yıl tahmin edemeyeceğim bir sürü şey yaşadım, umarım bu yıl, tahmin ettiklerimi yaşarım." diye.
Fakat, tahmin edemeyeceğimin de ötesinde farklı şeyler, bambaşka şeyler yaşadım.
Ve biliyorum bu yüzden, yine aynısı olacak. Aslında bunun sebebi 2013,2014,2015.. falan değil. Yarın yepyeni bir hayata başlamayacağım. Aslında oldum olası sevmedim yılbaşını, sevgililer günü, o gününü bu gününü vs. Yine de insanın bir yerden başlaması gerekmiyor mu? Yani başladığı bir "0" noktasının olması gerekmiyor mu? Belki başka bir açıdan yaşama sarılacağı, belki farklı bir şekilde yaşayacağı, belki kendini, kendi dünyasını değiştirmek için bir adım atacağı başlangıç için bu günü seçmiş olmak, ne kadar anlamsız olsa da, bir seçim işte. Bir başlangıç. Bir yeniden umut etme falan filan. Bunları yazıyorum ama içimden hala saçmalığın daniskası diyorum. Ya hiçbir şey değişmeyecek işte, hiçbir yıl, 1 ocakta hiçbir şey değişmediği gibi yine değişmeyecek diyorum. Bir şeylerin değiştiği dönüm noktaları varsa eğer bana kalırsa mevsimler onlar. Yani kış bitince bahar geliyor ya bakın işte o zaman insan daha farklı bir şeyler yapacağım tutumu içine giriyor bence. Bahar bitince yaz, yaz bitince kış. Yanılıyor muyum Allah aşkına? Herkes yaz tatilini beklemez mi şunları yapayım, şunlar olsun diye? Herkes kışı beklemez mi işte, yeni bir iş, okul, hayat dönemi olacak diye. Aman Allah aşkına ben burada tespit mi yapıyorum, biri bana dur demeli. Oysa bu yazı hüzünlüydü ilk başta. Şu an ise yılların blog yazarı bilmem kim gibi yazı yazıyorum. 
Aslında bu yazının başına oturmamın da tek bir sebebi var, o da yıllardır benimle olan müzik kutum. Onun çalmaya başladığı an çok derinlere iniyorum ister istemez. Benim için dünyada şu kadar güzel hissettiren, şu kadar yoğun hissettiren, bu kadar küçük başka ne vardır bilmiyorum. Bir gün biri beni mutlu etmek isteyecekse, en önemli ipucunu da vermiş oldum. 

Belki bir gün o pek sevemediğim yılbaşında ağır ağır çalan müzik kutumla, yağan karlar altında olurum. Biliyorum ki o güne kadar kar yağmayacak hiçbir yılbaşında. 

Eğer siz de umut beslemek, yeniden başlamak, bir şeyleri değiştirmek için sıfır noktanızı bugün seçtiyseniz, umarım tüm inandıklarınız, istedikleriniz olur.
Bir şey daha, kusana kadar içmek yerine, sevdiğiniz ve hep yanınızda olsun istediğiniz insanların hiç değilse sesini duyun.
Duyamıyorsanız...

İyi seneler.

19.45

22 Aralık 2013 Pazar

5-


"Eller soğuktan, dudaklar rüzgardan, bardaklar kaynar sudan çatlar. 
Peki ya, düşüncelere ne olur?"

-Evet yine ikinci yeni ile arabesk karışımı bir cümle atıp ortaya, edebi bir yazı yazacakmış gibi duruyorum. Ki alakası yok.-

Niyetim farklı, Vivienne
Böyle deyince sanki eski zamanlardaki Fransız kadınları gibi hissediyorum. Belki de eski zamanları sevdiğimden. Böyle yazınca gözlerimin önünde bir film karesi canlandırdım yine. Ara sıra yaparım bunu. Kafamdan bir tiyatro metni yazarım, bir film sahnesi çekerim, bir şarkı bestelerim, şiir yazarım, bir koreografi oluştururum, vals etmeye çalışırken, kulağımda müzikle. İnanır mısın tüm bunlara, bilemedim. Hepsi bir anlık, üç dakika bile değil ömürleri. O tiyatro metni kafamda kalıyor, o beste zihnimde kalıyor, o şiir, o koreografi, o sahne; hepsi orada kalıyorlar. Kafamdakileri gerçekliğe aktarmadım pek. Şimdi de bu yüzden yorgun hissediyorum belki, kafamdakileri gerçekliğe aktarabilecek miyim, istediklerimi başarabilecek miyim? soruları yüzünden olsa gerek. Bu soruların cevapları yok. Çözümü ise sadece bende, bunu da biliyorum. Ama demiş ki Attila İlhan "İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur."
Biraz yorgunum Vivienne. 5 saatten birkaç kat fazla uyuyacak kadar, yorgun hissediyorum. Belki diyorum, bunların hepsini abartıyorum. Yahu o kadar da kötü bir şey değil. Evet, tamam, bu doğru. Ama insanın kendisini anlayan insanlara yakın olamaması, kendini insanlara tanıtmaktan çekinmesi ya da bunu istememesi, biraz can sıkıcı sanıyorum. Aynı şeyleri yapmaktan da yoruldum belki biraz. Yapabileceğimden de emin değilim galiba, belki de bu biraz sıkıyor canımı. Şimdi çok farklı bir yerde olmanın hayalini kuruyordum birkaç ay önce. En azından başlangıç seviyesinde Portekizce öğrenmiş, valse başlamış, Tarantino, Scorsese ve Kubrick filmlerinden izlemiş hatta belki bir operaya veya baleye gitmiş olabilirdim bile belki. Belki böyle de olmayabilirdi tablo ama işte insan o düşünceyi bir kez düşündü mü, pek kolay gitmez akıldan. Aslında çok da üzülmemeli. Bu sene de bitti sayılır işte. Tek istediğim, kafamın içindeki düşüncelerin çatlamaması galiba, tüm bu sözler ondan.

Bu sene de bitti sayılır işte, ne demiştim, mevsimler geçer Vivienne, karlar erir, nehirlere karışır.

00.55

13 Aralık 2013 Cuma

4-



Bayım, şuradan, sol taraftan devam edelim. Hah, dinliyor musunuz? Tamam anlatıyorum, şimdi hani soğuk ya, bayağı soğuk hani, yahu sıfırın altında bilmem kaç derece ya hani, üşüyoruz malum. Hani buz kesmiş eller, kırmızı burunlar, titreyen çeneler hani. Bayım montunuz sizin olsun, ben eski zaman insanıyım. Gelin, bir köşe bulalım, bir ateş yakalım, o ateşe minik dal parçaları atalım. Bir çaydanlık koyalım üstüne o ateşin, kaynasın dursun. Kaynasın yahu, içinde dertler, içinde kederler, o kaynasın, biz iyi olalım.

23.17

6 Aralık 2013 Cuma

3-


Herkes anne babasından bazı davranışları örnek alır kendine, ya da bazı davranışlar onda huy olarak kalır. Çünkü küçük yaştan beri alışılan şeyler kolayca unutulmaz.

Babamdan edindiğim bir alışkanlık var, sabah uyanınca radyoyu açarım kısık seste. Yahut evde biri yokken radyoyu açar ıslıkla eşlik ederim mutfakta. Kendime yiyecek bir şeyler hazırlarım. Dilimde salıncakmışçasına sallanan bir şarkı, gözlerimde mutluluk, içimde huzur... Bir tabak koyarım masaya, bir çatal, bir bıçak en fazla. Öyle ziyafet çekelim diye değil, karnımız üç zeytinle de doyar elbet. Sadece huzur verir o radyodan yükselen melodiler bana. Belki de adımın anlamı melodi olduğu için alırım ben bu huzuru.

Bir şiir mırıldanırım belki bu esnada. Bunların hepsi babamdan bana geçen alışkanlıklar işte. 

İki dizeyle dünyanın en mutlu insanı olabiliyorum ben, üç notayla, bir sabahla, bir gülüşle, bir sözle...

Sadece, fark ettim de, çok uzun zamandır mutlu olamıyorum.

15.20

1 Aralık 2013 Pazar

2-


Hava buz gibi. Ciddi anlamda soğuk. Aslında bundan çok fazla şikayetçi de değilim. Yaz bitsin de kış gelsin diye sızlanıp duran bendim çünkü. Şimdi sabahın köründe sıcacık yataktan buz gibi havaya kalkmak zor olabilir fakat yine de sıcaktan uyuyamamak gibi olmasa gerek. Sıcağı sevmiyorum. Yapış yapış. Yaz mevsimini sevenler nasıl seviyor, bana bir açıklasalar keşke çünkü ben yazı hiç sevemedim. Kış geldi. Sonunda. Aslında ben eskiden ilkbaharı severdim en çok. Aslında hala çok seviyorum ama bilmem ki, kış da çok güzel. Soğuk. İlkbahardaki şu polendir, nemdir, o da kötü. Neyse. Mevsimleri niye bu kadar irdeledim bilmiyorum. Sanırım canım sıkkın. Beni az çok tanıyan biri, canım sıkkın olduğunda her şeyi dalgaya vurduğumu, her şeyi eğlenceli hale getirmeye çalıştığımı ya da fena halde saçmaladığımı bilir. Herkesin bir kaçış yolu vardır can sıkıntısından. Benimki de gülmeye çalışmak galiba. 

00.38