14 Temmuz 2014 Pazartesi

Bir Nefes


"Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!"

Kat kat bulutların ardına gizlenmiş bir dolunay var gökyüzünde. Bilirsin, dolunay varsa uyuyamam ben. Uyumak hakaret olmaz mı o güzelliğe? Ne güzellikler var şu dünyada. Biliyor musun, 24 saat boyunca hiç uyumadığımda anladım, ne kadar uzunmuş bir gün, ne kadar çok şey varmış yapılabilecek ve ne kadar güzelmiş bir şehrin sokakları sabaha karşı. Biliyor musun, martılar sahiplenirmiş şehri, insanlar uyanmamışken. Haklılar! Onların da doğasını bozmadık mı işte! Böyle midir hep? Yıkıcı olmak daha mı kolay yapıcı olmaktan? Sana ait olmayanı sevip korumak yerine, mahvetmek mi insancıl olanı? İnsan-cıl... İnsana ait olan mı yani, insan davranışına uygun olan? Bulutların arkasında kaldı güzelim dolunay. Neyse ki onunla aramızda çok mesafe var. Yoksa düşünsene, yeryüzündeyken yıldız satın alan insanoğlunun, uçakla kısa bir mesafeymişçesine atlayıp oraya gidebildğini... Bir şeyler niye bu kadaar garip sevgili arkadaşım? Ah, tabii ki Ay'a ulaşmaktan söz etmiyordum. Ne diyordum sahi? Gerçi bilirsin sen benim huyumu, ne anlattığımı bilmeden yazarım ya ben. Özgürce değil mi sence de? Bu gece de insanoğlu için üzülüyorum arkadaşım. Ne büyük bir kafese hapsetmiş kendini ama ne özgür sanıyor ruhunu! Kalabalık yüzünden kafesin parmaklıklarını göremediği için kendini özgür sanmak, işte buna hüzünlenilir şimdi! 

El değmemiş şeylerin güzelliği nereden gelir? Gizemden mi yoksa "ben ulaşamadım ama başkası da ulaşamadı" bencilliğinden mi? Gerçi Armstrong bizim için, insanlık için büyük bir adım atmıştı ama olsun. Daldan dala atlıyorum yine her zamanki gibi, kusuruma bakma. Bir şey sorayım sana arkadaşım. Yolda yürürken insanların yüzlerine bakıp onları inceledin mi hiç? Ben hep yaparım da. Boşuna dememiş şair, "Her yüz bir memlekettir" diye. Bir insanın düşüncelerinin yüzüne vurduğunu fark etmek ve onları anlayabilmek çok garip bir şey. Ne yazık ki asık çehrelerin ifadesi hep aynı donuklukta takılı kalmış son zamanlarda, o halde buna da hüzünlenelim şimdi. İnsanlar sence de çok çabuk yenik düşmüyorlar mı hayata? Yenilgiyi kabul ederek başlayan oyun kazanılır mı hiç? Niye yenilgi kabullenilir en başta? Bak bu kadar konuşurken kaçırmışım ayın bulutlar arasından kaçışını. Böyle olmalı işte bence insanoğlu.  Yakmalı içindeki ışığı! Bulutlar gelip geçer öyle değil mi? Mevsimler bile geçiyorken, zaman; hatıraya ihanete devam edip akıyorken, hangi bulut önünde daima durmaya and içebilir ki? 

Vivienne, sevgili arkadaşım, senin en çok adını sevdim biliyorsun. Bir insanı adıyla sevmek mühim bir iş midir sence? Ondan tam emin olamadım ama bir insanı sevmek mühim bir iş sanıyorum. Aah, doğrusu bundan da emin değilim şimdi. Emin olduğum bir şey varsa o da sevmenin mühim bir iş olduğudur. Sevmekten korkan canım insanoğlu! Sevmedikçe kapana kısıldığını fark edemeyecek kadar aciz. Her gün aynı donuk ifadeyle çayın bile o güzel tadını alamayacak işkenceler ediyor kendine, etrafına -ve başta söylediğimi unutmamalı- martılara!

Yollar gitmek, mevsimler geçmek, kilometreler yenilmemek için vardır Vivienne.
Bulutlar gelir, bulutlar gider. Ne Ay kaybeder güzelliğini, ne onu izleyen vazgeçer güzelliğini seyretmekten.